Netflix’in fenomen distopya dizisi Black Mirror, yedinci sezonuyla izleyiciyi tekrar karanlık teknolojilerin pençesine bırakıyor. Serinin yaratıcısı Charlie Brooker, bu sezonda Black Mirror’ın özüne döndüğünü vurgularken, yapımın hem tematik derinliğini hem de dramatik gücünü daha önce hiç olmadığı kadar sergilediğini söylüyor. Alternatif finaller, beklenmedik geri dönüşler ve iç burkan anlatılarla dolu bu sezon, dizinin en çarpıcı sezonlarından biri olarak kayıtlara geçiyor.
Teknolojinin Karanlık Yüzü Bu Kez Daha Da Sert
Brooker, altıncı sezonda pandemi sonrası bir geçiş hissiyatı yaratmak istediğini, “damak temizleyici” niteliğinde bölümler sunduğunu söylüyor. Ancak bu kez işler değişmiş. Yedinci sezon, teknolojinin sömürücü, bastırıcı ve dönüşü olmayan yönlerine odaklanarak izleyiciyi zihinsel bir girdaba sürüklüyor. “Common People”da sağlık hizmetlerinin abonelik sistemine bağlanmasıyla doğrudan enshittification eleştirisi yapılırken, “Hotel Reverie”de oyuncuların bilinçli yapay zeka kopyalarının sinemada kullanılması, Hollywood’un yeni yüzünü sorgulatıyor.
“USS Callister: Into Infinity” – İlk Gerçek Devam Bölümü
Brooker ve ekibi, Black Mirror evrenine ait ilk devam bölümünü bu sezon hayata geçiriyor. “USS Callister: Into Infinity” başlığıyla sunulan bölüm, hayranların favori karakterlerinden Robert Daly’nin farklı bir versiyonunu ekranlara getiriyor. Jesse Plemons’un tekrar bu rolle karşımıza çıkması, dizinin sadık izleyicilerini sevindirdi. Ancak Daly’nin bu versiyonu eskisinden çok farklı: Daha insani, daha savunmasız. Yine de hikayenin sonunda ekibin bir başka siber çıkmaza sürüklenmesi, dizinin klasik “asla tam kurtuluş yok” mesajını sürdürüyor.
“Eulogy” – Travmaların Dijital İzdüşümü
Sezonun en melankolik ve derinlikli bölümlerinden biri olan “Eulogy”, Paul Giamatti’nin canlandırdığı Philip karakteri üzerinden geçmişin acı dolu izlerini, yeni bir teknoloji yardımıyla fiziksel olarak yeniden yaşatma fikrini işliyor. İnsanların eski fotoğrafların içine girerek anılara temas edebildiği bu kurgu, seyircide hem nostalji hem de pişmanlık duygusunu tetikliyor. Bölümün sonunda Philip’in yıllar önce sevgilisi Carol’dan gelen mektubu geç keşfetmesi, iç burkan bir final yaratıyor.
“Plaything” – Yapay Yaşamın Kıyameti Mi?
“Plaything” bölümü, Bandersnatch evreninden karakterler taşıyarak dikkat çekiyor. Will Poulter ve Asim Chaudhry’nin yeniden hayat verdiği bu anlatıda, bir yapay yaşam simülasyonunun kontrolden çıkmasıyla dünya dışı bir bilinç ağı ortaya çıkıyor. Finalde insanlık yok olmuyor, ama yerini başka bir bilinç formuna bırakıyor. Peter Capaldi’nin canlandırdığı karakterin sözleri, bu geçişin yeni bir çağ başlatabileceğini ima ediyor. Ancak Brooker, bu geleceğin “iyi mi kötü mü” olduğu sorusunun cevabını izleyiciye bırakıyor.
“Bête Noire” ve “Common People” – En Karanlık Portreler
Sezonun tartışmalı iki bölümü olan “Bête Noire” ve “Common People”, modern dünyanın çürümüş yapılarına ayna tutuyor. Abonelik tabanlı sağlık sistemlerinin insan hayatı üzerindeki baskısını konu alan “Common People”, sezonun en karamsar ve yürek burkan sonuna sahip. “Bête Noire” ise kimlik, performans ve kontrol temaları üzerinden çok katmanlı bir hikâye örüyor.
Genişleyen Evren, Artan Deneyim
Brooker, her bölümün farklı türleri ve tonları yansıtmasını sağlayarak diziyi bir müzik albümüne benzetiyor: “Bazen punk, bazen folk, bazen power pop.” Netflix’e geçişin ardından gelen “fazla cilalı” eleştirilerine rağmen, Brooker dizinin özünü korumakta kararlı. Karakterlerin gelişimi, anlatıların çok katmanlılığı ve izleyiciyi düşünmeye zorlayan yapısıyla Black Mirror, bu sezonda tekrar zirveye oynuyor.